Ekrem İmamoğlu Financial Times’a yazdı. “Tutuklanmam Erdoğan için zafer değil, aksine bir uyanışı tetikledi.” açıklamasında bulundu.
Silivri Cezaevi’nde tutulan İBB Başkanı ve CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, İngiltere merkezli Financial Times’a yazdı.
“2019’da İstanbul Belediye Başkanı olduğumdan beri bir alternatif arayışı içindeyim” diyen İmamoğlu, kendi sunduğu vizyonun üç kez İBB Başkanı seçilmesini sağladığını ifade etti.
“Türkiye halkı değişime hazır” diyen Ekrem İmamoğlu, “Beni parmaklıklar ardına yerleştirmek Erdoğan için bir zafer değildir. Aksine, bir uyanışı tetikledi” şeklinde yazdı.
İmamoğlu’nun Financial Times için kaleme aldığı yazı şu şekilde:
“Avrupa ve Asya’yı birbirine bağlayan ve hem Karadeniz hem de Doğu Akdeniz’e demir atan Türkiye, kıtaların, kültürlerin ve çatışma bölgelerinin kesiştiği bir noktada yer alıyor. Kuzeyinde Rusya’nın Ukrayna’daki savaşı. Güneyde ise Orta Doğu. Tüm bunlara rağmen Türkiye küresel ticaret, güvenlik ve diplomaside kilit bir oyuncu olmaya devam ediyor. Yönümüz sadece bizim için değil, uluslararası düzenin istikrarı için de önemli.
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden bu yana Türkiye’nin izlediği yol ilgi çekici bir model sundu: çoğunluğu Müslüman, laik, demokratik bir cumhuriyet moderniteye doğru ilerliyor. Ancak Recep Tayyip Erdoğan’ın 22 yıllık iktidarında bu model çözüldü. Demokratik kurumlar aşındı, muhalefet kriminalize edildi ve yargı silahlandırıldı. Bu demokratik çürüme ekonomik krizi derinleştirdi ve halkın umutsuzluğunu yaydı.
2019’da İstanbul Belediye Başkanı olduğumdan beri bir alternatif arayışı içindeyim. Erdoğan’ın otoriter popülizminin aksine – uzun vaatler, kısa icraatlar – benim kalkınmacı insan-izm dediğim şeyi tanıttık: insan onuruna, pratik çözümlere ve kamu güvenine dayanan bir sivil model. Bu vizyon, 2024 yılında İstanbul’un 16 milyon sakinine üçüncü kez belediye başkanı seçildiğimde teyit edildi. Zaferimiz, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) ulusal çapta elde ettiği kapsamlı başarının bir parçasıydı.
Mesaj açıktı: Türkiye halkı değişime hazır. Halkın desteği arttıkça ben de cumhurbaşkanlığına adaylığımı açıkladım.
Ancak hükümet bu ivmeye saygı göstermek yerine baskılarını arttırdı. Yönetimimizi soruşturmalarla ve belediye hizmetlerini engelleme tehditleriyle doldurdular. Otuz yılı aşkın bir süre önce verilen ve başkanlık görevi için gerekli olan üniversite diplomam keyfi bir şekilde iptal edildi. Ardından, 19 Mart’ta, adaylığımın resmen onaylanmasından dört gün önce, yüzlerce polis evimi kuşattı. Aralarında en yakın danışmanlarım ve belediye çalışma arkadaşlarımın da bulunduğu 100’den fazla kişiyle birlikte yolsuzluk ve terörizme yardım gibi asılsız suçlamalarla gözaltına alındım.
Bu satırları, birçok seçilmiş yetkili, akademisyen, gazeteci ve aktivistin de tutulduğu Silivri Cezaevi’ndeki bir hücreden yazıyorum. Bir avuç sözde ‘gizli tanığın’ belirsiz söylentilerine dayanılarak hapsedildim. Hakkımda verilmiş bir mahkumiyet kararı yok. Ben siyasi bir mahkumum.
Beni parmaklıklar ardına yerleştirmek Erdoğan için bir zafer değildir. Aksine, bir uyanışı tetikledi. Sokaklara ilk dökülenler öğrenciler oldu. Erdoğan’ın patronaj ağlarına bağlı medya ve işletmelere karşı boykotlar başlatan ve tabanda mitingler düzenleyen yüz binlerce kişi katıldı. CHP’nin beni cumhurbaşkanı adayı olarak göstermek için yaptığı açık önseçime 15 milyondan fazla yurttaş katıldı. Bu, demokratik geleceğimiz için kolektif bir tavırdır.
Hükümetin beni saf dışı bırakma girişimi, Merkez Bankası’nı Türk lirasını desteklemek için rezervlerini tüketmeye zorlayan uydurma bir kriz yarattı. 2023’ün neredeyse çöküşünden sonra “rasyonel” ekonomi politikasına dönüş olarak faturalandırılan şey, siyasi hayatta kalma uğruna hızla terk edildi.
Türkiye’nin istikrarı hiçbir zaman sadece kendi vatandaşları için önemli olmadı. NATO’nun ikinci büyük ordusu, Avrupa Konseyi’nin imzacısı ve AB üyeliği için uzun süredir aday olan bir ülke olarak, siyasi yönelimimiz Avrupa’nın, transatlantik ittifakın ve daha geniş anlamda Orta Doğu ve Kafkasya bölgesinin güvenliği için merkezi bir öneme sahiptir. Ukrayna’daki savaş, bu jeopolitik yay boyunca stratejik eşgüdümün ne kadar acil bir ihtiyaç olduğunu göstermiştir. Suriye’deki gelişmeler ve Gazze’de devam eden trajedi, istikrarsızlığın ne kadar hızlı bir şekilde sınır ötesine yayılabileceğini göstermektedir.
Bu alanların her birinde demokratik ve laik bir Türkiye sadece yardımcı değil, aynı zamanda elzemdir. AB artan meydan okumalara karşı kendini güçlendirmeye çalışırken demokratik bir Türkiye’nin varlığı vazgeçilmezdir. Gençlerini susturan, muhalefeti ezen ve korkuyla yöneten bir rejim sadece bölgesel istikrarsızlığı derinleştirecektir. Küresel tedarik zincirleri yeniden şekillenirken, coğrafyamız ve sanayi tabanımız bizi doğal bir ortak haline getirmektedir. Ancak bu potansiyel ancak ülkenin güvenilir, şeffaf ve kurallara dayalı ekonomi politikalarıyla yönetilmesi halinde hayata geçirilebilir. Aksi takdirde yatırımcı güveni kaybolur ve sermaye başka yerlere akar.
Türk halkı iki yüzyılı aşkın bir süredir anayasacılık, sivil temsil ve adalet için mücadele ederek otoriterliğin Türkiye’nin doğal durumu olduğu efsanesini çürütmüştür. Dünyanın dört bir yanında demokratik dayanışma, ortak geleceğimizi inşa etmek için artık elzemdir. Küresel demokratik gerileme dalgası Türkiye’de başlamış olabilir. Geri püskürtmenin burada da başlayacağına inanıyorum.”